Türkiye ve UCM
AB Süreci Türkiye’nin Roma Statüsü’ne taraf olması konusunda etkili midir?
Dersim, Kahramanmaraş ve Çorum olayları ve benzerleri ile 12 Eylül darbesi sorumluluları UCM’ye götürülebilir mi?
Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu gibi kadim dış politika problemlerine UCM’nin etkisi ne olabilir?
“Mavi Marmara” olayı nedir, konunun UCM ile ilgisi var mıdır?
UCM, Türkiye için bir tehdit mi?
Türkiye, uluslararası süreci ne ölçüde takip ediyor?
Türkiye’nin Roma Statüsü’ne taraf olması konusunda sivil toplumda ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?
Türkiye ve UCM
Türkiye, UCM’yi kuran Roma Statüsünü imzalamamış ve onaylamamıştır. AB üyesi ve adayları arasında, Türkiye dışında Statüye taraf olmayan başka ülke yoktur. Avrupa Konseyi’ne üye 46 ülkeden Türkiye ve Azerbaycan dışındakilerin tümü Statü’yü imzalamışlar, bunlardan da Ermenistan, Moldova, Monako, Rusya ve Ukrayna dışındakiler onaylayarak taraf olmuşlardır.
Türkiye, resmi olarak 2002 yılında mevzuatında yeterli düzenleme olmadığını, iç mevzuatta yapılacak gerekli düzenlemelerden sonra Statüye taraf olacağını açıklamıştır. Pozitif hukuk açısından, tamamlayıcılık ilkesinin sürekli Türkiye aleyhine işlememesi için gerekçenin haklı olduğu düşünülse bile, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda soykırım suçuyla insanlığa karşı suçların tanımlanmasından sonra artık aynı kuvvette bu gerekçeye dayanmak mümkün değildir.
Temel olarak, Güneydoğu Anadolu’da devam eden çatışma ortamı ve bu ortamdan kaynaklanabilecek olası suçlar, Türkiye’nin Statü’ye taraf olmamasında önemli rol oynamaktadır. Ne var ki, çağdaş, modern ve kendine güvenli her devlet gibi Türkiye de, terörle mücadelesini soykırım yapmadan, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarını işlemeden sürdürebilir.
Dışişleri Bakanlığı, internet sayfası kanalıyla, Temmuz 2002 tarihinde ABD’nin ikili cezasızlık antlaşması imzalanması için Türkiye’ye teklifte bulunduğunu açıklamıştır. Türkiye’nin UCM karşısındaki pozisyonunu anlayabilmek için yararlı olacağı kanısıyla bu açıklama aşağıda okuyucunun dikkatine sunulmaktadır:
“1. Türkiye’nin bu aşamada taraf olmadığı Uluslararası Ceza Divanı (UCD) Statüsü, 60 ülkenin onay işlemlerini tamamlamalarıyla, 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Hâlihazırda imzacı ülke sayısı 139, taraf ülke sayısı 105’tir.
“Taraf olan ülkeler arasında Avrupa Birliği’nin (AB) henüz onay işlemlerini tamamlamamış olan Çek Cumhuriyeti dışındaki tüm üyeleri bulunmaktadır. AB, Divan Statüsüne taraf olan ülkeleri daha da artırmak amacıyla yoğun bir kampanya yürütmektedir.
“Avrupa Konseyi’ne üye 46 ülkeden Türkiye ve Azerbaycan dışındakilerin tümü Statü’yü imzalamışlar, bunlardan da Ermenistan, Moldova, Monako, Çek Cumhuriyeti, RF ve Ukrayna dışındakiler onaylayarak taraf olmuşlardır.
“2. Diğer taraftan, 2000 yılı sonunda Başkan Clinton yönetimi döneminde UCD Statüsü’nü imzalayan ABD, Bush yönetiminin işbaşına gelmesinden sonra UCD’na cephe almış, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’ne yaptığı bir bildirimle kendisini imzası ile bağlı saymadığını açıklamış, ayrıca UCD’na henüz taraf olmayan bütün ülkelere, Statü’yü onaylamamaları çağrısında bulunmuştur.
“ABD, vatandaşlarının UCD’nda yargılanmasını önlemek amacıyla, 2002 Temmuz ayından başlayarak birkaç ülke hariç bütün ülkelere, birbirlerinin vatandaşlarını UCD’na teslim etmemeyi öngören ikili anlaşmalar imzalamayı önermiş, 100’e yakın ülke ile böyle bir anlaşma imzalamıştır. ABD’nin böyle bir anlaşma önerisi bu ülke ile AB arasında görüş ayrılığına neden olmuştur.
“ABD, Temmuz 2002 tarihinde ülkemize de ikili bir anlaşma teklif etmiştir. Bu konuda gerek ABD gerek AB ile yapılan görüşmelerde, Türkiye’nin, UCD’na henüz taraf olmadığı cihetle, söz konusu kuruluşla ilgili olarak bu aşamada herhangi bir yükümlülüğünün bulunmadığı ifade edilmiştir. Son dönemde ABD’nin ülkemizden UCD ile ilgili herhangi bir talebi olmamıştır. 3. UCD’nin yargı yetkisine giren suçların mevzuatımıza dahil edilmesi yönündeki çalışmalar ilgili makamlarımızla bilistişare sürdürülmektedir. Bu bağlamda soykırım ve insanlığa karşı suçlar da UCD Statüsü’ne uygun bir şekilde yeni Türk Ceza Kanunu’na sırasıyla 76. ve 77. maddeler olarak dahil edilmiş bulunmaktadır.
“UCD Statüsü’ne uyum çalışmaları bağlamında, Anayasamızın “Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar” başlıklı 38. maddesinin ilgili paragrafı; “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez” şeklinde 7 Mayıs 2004 tarihinde değiştirilmiştir.
“Sayın Başbakan, 6 Ekim 2004 günü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin yakında UCD Statüsü’ne taraf olacağını açıklamıştır.
“Bu bağlamda, Başbakanlığın 17 Aralık 2004 tarihli yazısı ile, ülkemizin UCD Roma Statüsü’ne taraf olması için gerekli işlemlerin Adalet Bakanlığı başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığı ve Bakanlığımız ile diğer ilgili kurum temsilcilerinden müteşekkil bir Komisyon tarafından başlatılması uygun bulunmuştur. Bunu müteakiben, bu konuda izlenecek yöntem ve gerekli yasal düzenlemeleri ele almak üzere, Adalet Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında 18 Ocak 2005 tarihinde yapılan toplantıda, ulusal mevzuatımızın anılan Statü’ye uygun hale getirilmesi için bir kanun tasarısı hazırlamak amacıyla 2992 sayılı kanunun 34. maddesi hükmü uyarınca Komisyon kurulması kararlaştırılmıştır. Komisyon’un son toplantısı 9 Haziran 2006 tarihinde Adalet Bakanlığı’nda yapılmıştır.
“4. Birleşmiş Milletler’de UCD’na siyasi destek sağlamak ve Divanla ilgili konularda görüş ve bilgi alışverişinde bulunmak amacı ile oluşturulan “UCD Dostları” isimli gayrı-resmi gruba ülkemizin de katılması için yapılan davet, Türkiye’nin gerek UCD hazırlık çalışmalarında savunduğu ilkeler, gerek AB adaylığı doğrultusunda UCD’na taraf olma yönünde izlediğimiz politika göz önünde bulundurularak olumlu karşılanmış ve Türkiye UCD Dostları Grubu’na dahil olarak Ocak 2004’den itibaren Grubun Lahey ve New York’da gerçekleşmekte olan çalışmalarına katılmaya başlamıştır.
“5. Öte yandan, UCD Başkanı Philippe Kirsch, AKP Genel Başkanı Yardımcısı Reha Denemeç’in davetlisi olarak 11–12 Aralık 2006 tarihlerinde ülkemize özel bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu çerçevede adı geçen, dönemin Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek tarafından kabul edilmiş; ayrıca AKP Genel Başkan Yardımcıları, TBMM Adalet ve Anayasa Komisyonları Başkanları ile görüşmeler gerçekleştirmiştir. Söz konusu ziyaretin, tarafların karşılıklı görüşlerini birinci ağızdan birbirlerine aktarma fırsatı bulmaları bakımından yararlı olduğu değerlendirilmektedir.”
Türkiye’nin Statüye taraf olmama gerekçelerinden biri de, Kıbrıs meselesiyle bağlantılı olarak savaş suçları ve saldırı suçu konusunda düğümlenmektedir. Buradaki en önemli nokta ise 1974 Kıbrıs Çıkartması’nda sonra, halen adadaki askeri varlığını devam ettiren Türkiye’nin tutumudur. Her ne kadar ilk bakışta 1974 yılında yaşanan çatışmanın UCM’nin yargı yetkisi dışında kaldığı düşünülse bile, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın aksi fikirde olduğu konusunda ciddi emarelere rastlanmaktadır. Buna göre, “ Türkiye’nin 1974’de adaya uluslararası hukuka aykırı olarak asker çıkartarak saldırı suçu işlemeye başladığı ve halen adadaki Türk askeri varlığı devam etmekte olduğu için, suçun bu zamana kadar mütemadiyen işlenmesine devam edildiği, halen de işlenmekte olduğu, bununla birlikte akıbeti hakkında bilgi olmayan kayıp şahıslar hakkında da ihlal hala devam ettiğinden hem savaş suçlarından hem de saldırı suçun ötürü takibat yapılması gerektiği” iddia edilmektedir.
Saldırı suçundan ötürü UCM’nin yargılama yetkisi, Kampala Konferansında alınan karar gereği 2017 yılı sonrasına bırakılmıştır. Kanaatimize göre bu durum, beraberinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu saldırı suçuyla sorunu olabilecek Devletlere bir mesajı da barındırmaktadır. Türkiye, 2017 yılına kadar Kıbrıs sorununu çözebilir ve Statü’ye taraf olabilir. Her halükarda 2017 sonrasında, Dünyada yeni bir uluslararası hukuk düzeni ile karşı karşıya olacağımız tahmin edilebilir.
UCM, Türkiye için bir tehdit değil, önemli bir fırsattır. Roma Statüsü’ne taraf olan bir Türkiye, tüm insanlığa aynı anda bir mesaj da yayınlar: “Bu tarih itibariyle soykırım yapmayacağım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu işlemeyeceğim” mesajı. Böyle bir mükellefiyet altına girmiş bir Devlet, önceki haline oranla daha “muasır medeniyet” seviyesine yaklaşmıştır.
AB Süreci Türkiye’nin Roma Statüsü’ne taraf olması konusunda etkili midir?
Kesinlikle evet. Mevcut 27 AB üyesi ülke ve resmi 3 aday ülke arasında, Statüyü imzalamayan tek ülke Türkiye’dir. Mahkemenin gelişimi dikkatlice incelendiğinde, başından beri AB’nin her aşamada mahkemenin en büyük destekçisi olduğu görülebilir. Türkiye’nin ilerideki AB tam üyeliği ile ilgili olarak, henüz resmi bir kriter olarak adlandırılmasa da, Roma Statüsüne taraf olunması, örtülü bir kriter biçiminde gündeme gelmektedir.
Dersim, Kahramanmaraş ve Çorum olayları ve benzerleri ile 12 Eylül darbesi sorumluluları UCM’ye götürülebilir mi?
UCM’nin zaman bakımında yetki (ratione temporis) kuralları gereğince mahkeme, 1 Temmuz 2002 tarihinden önce işlendiği iddia edilen suçlara bakamaz. Kaldı ki henüz Türkiye, UCM’ye taraf bir Devlet değildir. Dolayısıyla bu olayların, her ne kadar unsurları bakımından insanlığa karşı suçlar ya da diğer suç kategorileriyle ilişkileri tespit edilse bile, faillerinin bulunup UCM’de yargılanmaları gerçekçi görünmemektedir. Dersim olayları özelinde, UCM’de sadece gerçek kişiler yargılanabileceği için 1937 yılında yaşanmış bazı olası suçların yaşayan faillerini bulabilmek de ayrı bir sorunu oluşturmaktadır. Tüm bu sorunlara karşın, bu konuların Türkiye gündemine gelerek tartışılması fayda sağlayacaktır. Bir an için UCM’de yargılama yapılabileceği kabul edilse bile, bu durumdan daha iyisi, tamamlayıcılık ilkesinin de bir gereği olarak Türkiye’nin kendi yargılama sisteminin içinde bu davaların çözümlenmesidir. Böyle kadim sorunları kendi yargı sistemi içinde çözebilen bir devlete uluslararası yargı müdahale edemez, ancak yardım eder, destek olur. Tamamlayıcılık ilkesi konuluş amacı, UCM ve uluslararası ceza hukukunun da istediği budur.
Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu gibi kadim dış politika problemlerine UCM’nin etkisi ne olabilir?
Bu sorunların etkisini çabuklaştırıcı etkisi olabilir. UCM’ye taraf olmuş bir devlet, kolay kolay köy yakamaz, işkence ve kötü muamelede bulunamaz. Bu eylemleri gerçekleştirirsen, bir biçimde bir zaman birilerinin yakasına yapışacağını bilir. En azından yaptıklarının yanına kar kalacağını, eylemlerinin bütünüyle cezasız bırakılacağını zannedemez. Herkesin insani haklarına daha fazla hassasiyet gösterir. Soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu konusunda azami özenle hareket eder.
“Mavi Marmara” olayı nedir, konunun UCM ile ilgisi var mıdır?
İHH İnsani Yardım Vakfı adlı sivil toplum kuruluşu önderliğinde, İsrail’in ablukası altındaki Gazze’ye insani yardım malzemesi ve 37 farklı ülkeden 663 aktivisti taşıyan Mavi Marmara gemisiyle yola çıkan gemi konvoyuna 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze açıklarındaki uluslararası sularda İsrail komandoları tarafından müdahale edilmiş ve müdahale sonucu Mavi Marmara gemisinde bulunan dokuz aktivist hayatını kaybetmiştir. Uluslararası sularda nedeni ne olursa olsun, hukuka aykırı şekilde aşırı güç kullanarak ölümlere neden olan fiil, bir insani yardım konvoyuna yapılıyorsa insanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirilebilir. Mavi Marmara gemisinde ateşli silah bulunmamasına rağmen, olaydan sonra yapılan incelemede geminin çeşitli bölümlerinde 250’den fazla kurşun deliği tespit edilmiştir. Konunun UCM yargı yetkisine dâhil olabilmesi, aşağıdaki şartlardan birinin yerine gelmesine bağlıdır:
- Suçlar Roma Statüsü’ne taraf bir devletin sınırları içinde işlendiğinde,
- Suçlar Roma Statüsü’ne taraf bir devletin vatandaşı tarafından işlendiğinde,
- İstisnai olarak, Roma Statüsü’nü onaylamayan bir devlet, suç karşısında mahkemenin yargı yetkisini kabul ettiğine dair bir bildirimde bulunduğunda,
- İstisnai olarak, suçlar uluslararası barış ve güvenliğin tehdit veya ihlal edildiği durumlarda işlendiğinde ve BM Güvenlik Konseyi durumu BM Şartı Bölüm 7’ye uygun şekilde mahkemeye gönderdiğinde.
Suçu işlediği iddia edilen ülke İsrail, Roma Statüsü’ne taraf değildir bu nedenle suçlar Roma Statüsü’ne taraf bir devletin vatandaşları tarafından işlenmemiştir. Suç ya da suçlar Roma Statüsü’ne taraf bir devletin sınırları içinde de işlenmemiştir. O halde, ilk iki koşul ile bir yere varmak mümkün olamaz. Saldırıdan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları zarar gördüğü için Türkiye, UCM’ye bir bildirimde bulunarak geçici ve olaya özgün olarak, ad hoc nitelikte UCM’nin yargılama yetkisini tanıdığını bildirse bile, Roma Statüsü madde 12,2(a) uyarınca, “toprakları üzerinde sorun teşkil eden olayın meydana geldiği devlet ya da suç, bir uçak veya gemide işlenmiş ise gemi veya uçağın kayıtlı bulunduğu devlet” olmadığı için, Türkiye’nin talebi büyük olasılıkla reddedilecektir. Zira Mavi Marmara gemisi Türkiye değil, Komoro adaları bayrağı taşımaktadır. Komoro adaları, Roma Statüsü’ne taraftır. Bu durumda konuyu UCM gündemine götürmenin iki yolundan biri, Komoro adalarının Devlet başvurusu, diğeri ise konunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barış ve güvenliğin tehlikeye düştüğü gerekçesiyle UCM’ye havalesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu durum, aslında uluslararası barışın korunmasında mahkemenin ne büyük bir işlevi olabileceğini anlatmak için yeterlidir. Roma Statüsü’ne taraf devletlerin sayısı arttıkça, İsrail ve İsrail pozisyonundaki devletler de taraf olmaya zorlanacaktır.
Mavi Marmara olayı, La Haye’deki bir başka uluslararası hukuk mercii olan Uluslararası Adalet Divanı’na götürülebilir.
UCM, Türkiye için bir tehdit mi?
UCM, Türkiye için bir tehdit değil, önemli bir fırsattır. Roma Statüsü’ne taraf olan bir Türkiye, tüm insanlığa aynı anda bir mesaj da yayınlar: “Bu tarih itibariyle soykırım yapmayacağım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu işlemeyeceğim” mesajı. Böyle bir mükellefiyet altına girmiş bir Devlet, önceki haline oranla daha “muasır medeniyet” seviyesine yaklaşmıştır.
Türkiye, uluslararası süreci ne ölçüde takip ediyor?
Türkiye, Statüyü imzalamadığı ya da taraf olmadığı için, her yıl gerçekleştirilen Taraf Devletler Asamblelerine “gözlemci ülke” statüsünde katılmaktadır. Kanımız odur ki, Türkiye açısından mahkemeye ilişkin olarak herhangi bir bilgi eksikliği söz konusu değildir. Hem Dış İşleri Bakanlığı yetkilileri, hem Genel Kurmay Başkanlığı görevlileri mahkeme ile ilgili gelişmeleri takip etmektedirler.
Statüye taraf olunmasının, bu aşamada siyasi bir karar olduğu değerlendirilmektedir. Siyasi otoritenin bu konuda bir iradesi olduğu da gerek basına yapılan açıklamalarla, gerek TBMM’deki görüşme tutanaklarında açığa çıkmaktadır. Ne var ki, bu konuda somut adımlar bir türlü atılmamakta, belki de atılamamaktadır.
Türkiye’nin Roma Statüsü’ne taraf olması konusunda sivil toplumda ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?
İnsan hakları konusunda faaliyet gösteren belli başlı dernek ve vakıflar, mahkemenin kuruluşundan beri Türkiye’nin de sisteme dâhil olabilmesi adına kampanyalar yürütmektedirler. Bu kampanyaların daha etkili ve tek elden yürütülebilmesi adına 2006 yılında Türkiye UCM Sivil Toplum Koalisyonu oluşturulmuştur. |